Rekabetçiliğin çocuklardaki tehlike sonu nedir?

Rekabetçiliğin çocuklardaki tehlike sonu nedir?

Rekabet, çocukların hayatında kaçınılmaz bir kavram. Oyuncağını paylaşmak istemeyen bir çocukla başlar, sınavlardaki not yarışıyla büyür, hayat boyu devam eder. Peki çocuklara bu mücadele kültürünü nasıl öğretmeliyiz?

Herkesin bir ödül aldığı oyunlar mı, yoksa tek kazananın alkışlandığı yarışlar mı?

Cevap siyah ya da beyaz değil. Tıpkı hayat gibi, bu konuda da gri tonlar arasında bir denge kurmak gerekiyor.

Rekabetin çocuklar için birçok faydası var. Her şeyden önce, gerçek hayatta her zaman herkes kazanmaz. Kaybetmeyi öğrenmek, çocuğun duygusal dayanıklılık kazanmasına yardımcı olur.

Her yenilgi, bir gelişim fırsatıdır. Hatalarından ders çıkarmayı bilen bir çocuk, gelecekte daha güçlü adımlar atar. Rekabet, sabır, azim, hedef koyma ve çaba gibi değerleri öğrenmesini sağlar. En önemlisi, bir başkasının başarısını takdir etmeyi, empati kurmayı ve sıranın herkese geleceğini kabullenmeyi öğretir.

Ancak rekabetin karanlık bir yüzü de vardır. Aşırı baskı, çocukların psikolojisini zedeleyebilir. Sadece kazanmanın değerli olduğu mesajı verilirse, çocuklar başarısızlıkla yüzleşmekten korkar hale gelir.

Özgüven kaybı, yetersizlik duygusu ve hatta sosyal kaygılar gelişebilir. Bazı çocuklar yarışmadan kaçmak için hasta taklidi bile yapar. Bu noktada, amaç çocukları “yarıştan kaçmayan” bireyler yapmak değil; mücadeleyi anlamlı ve sağlıklı bir süreç olarak görebilmelerini sağlamaktır.

Burada görev ailelere ve eğitimcilere düşüyor. Çocuklara “kazan ya da kaybet” değil, “öğren ve geliş” anlayışını aşılamak gerekiyor. Evet, bazen birinci olamayacaklar. Ama çabalarıyla gurur duyabilecekler.

Ebeveyn sevgisinin ve desteğinin bir sonuçla koşullanmaması, çocukların içsel motivasyonunu güçlendirir. Kendi sınırlarını zorlayan çocuklar, başkalarıyla değil, dünkü halleriyle rekabet etmeyi öğrenir. Gerçek rakip, dışarıda değil, içlerindedir.

Exit mobile version